20 Aralık 2014 Cumartesi

Kayıp Ruhlar Sisi



Yolda yürürken yanımdan geçip giden insanların yüzlerine, duruşlarına bakıyorum da durumlar fena. Herkes bir koşuşturma halinde, suratlar asık, kaşlar çatık, bakışlar öfkeli ya da bezgin, omuzlar öne doğru kapanmış ve düşük... Bunlar endişe ve korku kaynaklı mı? Hayatlarından hiçbir keyif almadıklarından mı? Yoksa hepsinin temelde aynı ama başka başka gibi gözüken nedenlerden mi bu haldeler? İlkokul cağındaki çocuklar bile artık neşelerini kaybettiler. Herkes öyle yoğun koşullandırma altında ki onun altında eziliyor. Herkes kendini unuttu, başkalarının dayattığı şeyleri yapmak için çalışıyor. Buradaki en önemli olgu herkesin kendi gücünü bıraktığı ve dışarıya teslim olduğudur.


Avatar Korra’nın ikinci sezonunda ruhlar dünyasında kayıp ruhlar sisi vardı ve insanlar için ruh hapishaneydi. Bu hapishanenin duvarları yoktu. Orada en büyük korkularınızın esiri oluyorsunuz. Kendinizde olmadığınızdan sisle çevrili olan alandan kaçamıyorsunuz. Kaçabileceğinizin farkında bile olamıyorsunuz.  Tenzin karakteri, Avatar Aang’in oğlu olarak onu temsil edememe, onun gibi olamama ve babasını hayal kırıklığına uğratma korkusuna, beklentilere, kendisi için yarattığı kimliğe daha fazla tutsak olmak üzereyken aslında onun babası gibi olmaması gerektiğini fark etti. “Ben Tenzin’im” diyerek kendini buldu. Ayrımı gerçekleştirdi, sisler tamamen dağıldı ve yolunu bulup hapishaneden çıkabildi. 


Düşünce kalıplarımız bizi nasıl tutsak ediyor, nasıl onlara sıkı sıkaya bağlanıyoruz, tutunuyoruz. Hapis edilmiş gibiyiz. Tutsağız evet düşüncelerin, bu ya başkaları ile ilgili düşüncelerimiz olabilir ya kendimize edinmeye çalıştığımız kimlik, korkularımız ya da başkalarının beklentileri. Peki, ama biz bunlar mıyız gerçekten, kendimize bunu yaptığımıza değiyor mu? Bize ne katıyor bunlar, ne işe yarıyor, faydası var mı? Tutsak olduğumuzun ne kadar farkındayız? Duvarların gerçekte olmadığını, onları bizim ördüğümüzü ve sadece bizim yıkabileceğimizi, duvarların ötesi olduğunun farkında mıyız?

Biz hayatı anlamaya çalışırken onu yaşamayı unutuyoruz. Önümüze başkaları tarafından koyulan hedefler var ve onlara ulaşmak tek amacımız. Peki ya yaşamak, peki ya yaşama coşkusu, peki ya ne için geldik bu dünyaya? Hayat bir ev almak, bir araba almak, tatile gitmek, çocuğunu özel okula göndermek için çalışmaktan mı ibaret. Hayata neden geldik sizce? Acaba kendimizi tanımak, yaşamak, anlamak, kabul etmek, sevmek, bolluk ve bereketi fark etmek tabiki bunlarla birlikte gelecek olan yaşam coşkusunu tatmak için olmasın sakın.

Hayatın gizemi ile ilgili ilk önce anlaşılması gereken şey şu: kendi sistemimiz nasıl çalışıyor? Nasıl karar vermek bizim için doğru? Hayatımıza coşkuyu nasıl getiririz? Bu hapishaneden nasıl çıkabiliriz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder